Ana içeriğe atla

PANİK ATAK NEDİR VE NASIL BAŞEDEBİLİRİZ.?


Eski çağlara ait tıbbi literatür, anksiyetenin önde gelen bir özellik olarak yer aldığı mental bozukluklara ilişkin az bir bilgi içermektedir. Hipokrat'ın yazılarında, melankoli, epilepsi ve psikoz açık olarak tanımlanırken, aynı durum şiddetli anksiyetenin otonomik ve davranışsal görünümleri için geçerli değildir (Roth 1988).


Anksiyete, 1869'da Beard tarafından tanımlanmış olan nevrasteni içinde ikinci derecede bir belirti olarak yer alırken, yıllar içinde çeşitli yazarların nevrasteniyi farklı sendromlara bölümleme çabalarıyla ön plana çıkmaya başlamıştır (Nemiah 1985). 1894 yılınnda Freud, "anksiyete nevrozu" adı altında nevrasteniden farklı bir sendrom tanımlamış ve anksiyeteye birinci derecede bir belirti olarak bu sendrom içinde yer vermiştir (Freud 1894). Böylece, o tarihe kadar nevrasteni içinde bir belirti olarak yer almış olan anksiyete, Freud'la birlikte, diğer belirtilerin etrafında toplandığı psikolojik bir antite olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Ayrıca, Freud'un anksiyete nevrozunun bir özelliği olarak dikkati çektiği anksiyete ataklarıınn, günümüzde panik atağı tanımında yer verilen özelliklerin birçoğunu içerdiğini de belirtelim.


Panik bozukluğunu "anksiyete nevrozu"ndan ayırarak, ilk kez farklı bir tanı olarak tanımlayan kişi ise Klein (1964) olmuştur. Klein, daha sonradan "farmakolojik diseksiyon" adını verdiği bir yaklaşımla, imipramine yanıt veren panik ataklarını, yanıt vermede başarısız kalan yaygın anksiyeteden ayırmışve bu ayrımdan yola çıkarak panik bozukluğunu farklı bir anksiyete bozukluğu kategorisi olarak tanımlamıştır.


Panik atakları ile agorafobi arasındaki ilişkiyi de, ilk kez Klein tanımlamıştır. Klein (1964), panik atakları olan hastaların yardımdan uzak kaldıklarında, ani olarak, aciz duruma düşme korkusuyla etkinliklerini yalnız başlarına dışarıya çıkamayacak dereceye kadar gittikçe artan bir şekilde kısıladıklarını bildirmiştir. Klein (1981), daha sonra geliştirdiği yeni anksiyete bozukluğu kavramında, beklenti anksiyetesinin panik ataklarının ardılı olduğunu, panik atakları ve beklenti anksiyetesini takiben agorafobinin geliştiğini ortaya koymuş; panik atakları ve agorafobiyi tek bir tanı kategorisi içinde ele almıştır. Klein'ýn bu görüşeri, tanı ve sınıflandırma sistemlerine de yansımış, panik bozukluğu, DSM-III-R (APB 1987) ve DSM-IV'te (APB 1994) anksiyete bozuklukları tanı grubunda agorafobiyi de kapsayacak şekilde baş köşeye kaydırılmıştır.

Panik bozukluğu, en sık olarak geç ergenlik ile otuzlu yaşlar arasındaki dönemde başlamaktadır. Klinik örneklemde, başlangıç yaşı ortalaması 25 civarındadır. Panik bozukluğu, daha düşük oranlarda olmakla birlikte, çocuklukta ya da 40 yaşın üzerinde de başlayabilmektedir. Agorafobinin eşlik edip etmemesine göre de panik bozukluğunun başlangıç yaşının değişiklik gösterdiği; agorafobi ile birlikte panik bozukluğunun daha sık olarak yirmili yaşların başında, agorafobisiz panik bozukluğunun ise daha fazla sıklıkla yirmili yaşların sonlarında başladığı bildirilmiştir (Faravelli ve Paionni 1999).

KLİNİK ÖZELLİKLER

Panik atağı

Panik ataklar faklı tiplerde ortaya çıkabilmektedir. Bilinen bir durumsal tetikleyici olmadan ortaya çıkan panik atakları ‘beklenmedik’ tipte panik ataklarıdır. Belli durumlarda ortaya çıkma olasılığı yüksek olan, ancak mutlaka çıkması gerekmeyen panik atakları ise "durumsal yatkınlık gösterilen" panik atakları olarak adlandırılmıştır. Panik ataklarının bir diğer tipi, durumsal bir tetikleyici ile karşılaşılmasının hemen ardından ortaya çıkan "duruma bağlı" panik ataklarıdır.

Panik atakların bir diğer özelliğide yineleyici olmasıdır, ne zaman başlayacağı önceden kestirilemeyen ‘beklenmedık’ beklenmedik panık atakların görülmesidir.

Panik bozukluğu tanısı konulabilmesi için beklenmedik panik ataklarının en azından hastalığın basında gorunmus olması gerekmektedir.

Panik atak nasıl başlar?

Yoğun bir korku, endişe ve kötü bir şey olacağı beklentisi ile ani olarak başlar ve kısa sürede en üst seviyeye ulaşır. Soluk alma güçlüğü, boğulma hissi, baş dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı, kap ritminde artış, titreme, bulantı, karında rahatsızlık hissi, uyuşma, karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme, göğüs ağrısı gibi bedensel belirtiler ortaya çıkar. Bunlara ek olarak sıklıkla ölüm korkusu, delirme ya da kontrolü kaybetmeyi’de ekleyebiliriz. Panik atağı geçiren kişiler, bir felaketle karşı karşıya olduğu duygusu içindedirler. Kalp atım sayısında artma, çarpıntı, göğüs ağrısı gibi yakınmaları nedeniyle sıklıkla kalp krizi geçirdiklerini, ölebileceklerini düşünürler. Panik atağı genellikle on-onbeş dakika içinde yatışmakla birlikte, daha uzun da sürebilir. Hastalığın gidişi sırasında panik ataklarının sıklık ve şiddeti değişkenlik gösterir.


Panik atağı için DSM-IV tanı ölçütleri.

Aşağıdaki belirtilerden dördünün (ya da daha fazlasının) birden başladığı ve 10 dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı, ayrı bir yoğun  korku ya da rahatsızlık duyma döneminde olması:
1.   Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması,
2.   Terleme,
3.   Titreme ya da sarsılma,
4.   Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları,
5.   Soluğun kesilmesi
6.   Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi,
7.   Bulantı ya da karın ağrısı,
8.   Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma,
9.   Derealizasyon (gerçekdışı duygular) ya da depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış olma),
10.                 Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu,
11.                 Ölüm korkusu,
12.                 Paraztezide (uyuşma ya da karıncalanma duyumları),
13.                 Üşüme, ürperti ya da ateş basmaları.


EŞLİK EDEN PSİKOPATOLOJİ

1.   Majör depresyon
2.   Sosyal fobi
3.   Obsesif kambulsif bozuklukları
4.   Alkol kullanımı
5.   İntihar girişimleri
6.   Hipokrandriyazis

PANİK ATAK TEDAVİSİ

Panik bozukluğu için bir tedavi olmamasına rağmen, insanların semptomlarını kontrol etmelerine yardımcı olmak için çeşitli tedavi seçenekleri bulunmaktadır. En yaygın seçenekler reçeteli ilaç ve / veya psikoterapiyi içerir. Panik bozukluğu olanların çoğu, bu seçenekleri kendi kendine yardım teknikleriyle birlikte seçecektir.
Antidepresanlar ve benzodiazepinler gibi panik bozukluğu ilaçları, panik atakların ve diğer anksiyete ile ilişkili semptomların yoğunluğunun azaltılmasına yardımcı olabilir. Psikoterapi, zor duygularla başa çıkmanıza ve sağlıklı başa çıkma teknikleri geliştirmenize yardımcı olabilir.
Tanı ne kadar çabuk konur ve tedavi başlarsa, semptomlarla başa çıkmayı, panik bozukluğuyla hayatını daha kolay ve sorunsuz bir şekilde sürdürmeyi başarabilirler.


                                                                 Psk.COSKUN BULUT

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇOCUKLARDA ALTINA KAÇIRMANIN PSİKOLOJİK NEDENLERİ

  Çocukların 5 yaş öncesine kadar idrar kaçırmaları fizyolojik bir durum olarak değerlendirilip normal kabul ediliyor. Daha büyük yaşlarda gece ve gündüz ortaya çıkan çiş ve kaka kaçırmaların altında psikolojik sorunlar bulunabilir.      Alt ıslatma sorunu ile çocuğun duygusal dünyası arasında bir bağ vardır. Uykuda idrar kaçırma çocuğun duygularını sözlü olarak ifade edememesinin dışa vurumudur. Ailesinden yeterince ilgi ve sevgi göremeyen çocuk altını ıslatarak ilgi, alaka beklediğini göstermiş olur. Aşırı ilgi sonucunda da alt ıslatmayla birlikte çocukta tırnak yeme, parmak emme, bebeksi hareketler ve konuşmalar gözlemlenebilir. Aile içinde huzursuzluk, eşler arasındaki tartışmalar, anneye aşırı bağımlı olma, ailenin koruyucu tutumu da hastalığın oluşmasındaki nedenlerdendir. Bazen çocuğu okulda etkileyen bir durum, arkadaşlarıyla yaşadığı problemler, öğretmeni ile ya da akademik başarısında ortaya çıkan olumsuzluklar çocukta geceleri idrar kaçırmanın başlama...

BOŞANMA SÜRECİNİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ PSİKO-SOSYAL ETKİLERİ

İ nsano ğ lunun var olmasından günümüze kadar "aile" kavramı, her zaman ilgi çekmi ş tir. Aile; evlenme, kan ya da evlât edinme ba ğ larıyla birbirine ba ğ lanmı ş , aynı evi ve geliri payla ş an, birbirleri ile devamlı ili ş ki ve etkile ş im altında olan, karı-koca, ana-baba, kız-o ğ ul, kız karde ş -erkek karde ş gibi sosyal ili ş kileri olan insanların olu ş turdu ğ u bir birliktir (A ğ demir, 1991). Geçen yüzyılda, toplumu, ataerkil yapıdaki geni ş aileler olu ş tururken, günümüzde, büyük ölçüde çekirdek ve parçalanmı ş ailelerden olu ş an bir toplum haline dönü ş me gözlenmektedir (Öztürk, 2006). Geni ş aileden çekirdek aileye, hatta tek bireye do ğ ru aile yapısı de ğ i ş mektedir (Gün, 2006: 10). Ailenin temelini olu ş turan evlilik bir kurum olarak kar ş ımıza çıkmaktadır. Her kurum gibi evliliklerde zaman zaman aksaklıklar ya ş anabilir ve bu aksaklıkların giderilememesi noktasında ise bo ş anmalar görülebilir. Bo ş a...